Aldo Moro’nun kaçırılması ve öldürülmesi, İtalya tarihinin en trajik ve sarsıcı olaylarından biridir. 16 Mart 1978’de başlayan bu trajedi, İtalyan siyasi sistemini derinden etkileyen “Anni di Piombo” (Kurşun Yılları) olarak bilinen çalkantılı dönemin en önemli olaylarından biri olarak kaydedildi. Hristiyan Demokrat Parti’nin liderliğini üstlenen ve beş kez Başbakanlık yapmış olan Aldo Moro, İtalya’nın birliği ve siyasi istikrarını hedef alan bir terör eyleminin kurbanı oldu.
Yaşamı ve Akademik Kariyeri
Aldo Moro, 23 Eylül 1916’da İtalya’nın Puglia bölgesindeki Maglie kasabasında doğdu. Babası Renato Moro, devlet memuru ve Latin dili öğretmeniydi; annesi Fida Stinchi ise ev hanımıydı. Ailesi, kültürel açıdan zengin, dindar bir Katolik çevreden geliyordu. Moro, gençliğinde disiplinli ve akademik başarılarıyla dikkat çeken bir öğrenciydi. Moro, 1934 yılında Bari Üniversitesi’nde hukuk eğitimine başladı ve burada felsefe, hukuk teorisi ve ceza hukuku üzerine yoğunlaşırken, akademik yetenekleriyle kısa sürede dikkat çekti.
1941 yılında “Bireycilik ve İtalyan Ceza Hukuku” başlıklı doktora tezini tamamladıktan sonra, 1948 yılında Bari Üniversitesi’nde ceza hukuku alanında doçent olarak atandı ve üç yıllık doçentlik süresinin ardından, henüz 35 yaşında profesör unvanını alarak ceza hukuku kürsüsünün başına geçti. Hukuk teorisi üzerine yaptığı çalışmalarda, hem İtalyan hem de evrensel hukuk sistemlerinin insan hakları, sosyal adalet ve birey özgürlüğü kavramlarıyla uyumunu tartıştı.
1963 yılında, akademik sorumlulukları ve siyasi görevlerini daha iyi bir şekilde dengeleyebilmek için Roma La Sapienza Üniversitesi’ne geçiş yaptı. Burada, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Ceza Hukuku ve Ceza Muhakemesi Hukuku Kürsüsü’nün başkanı olarak görev aldı. Yıllar boyunca kendisine eşlik eden yoğun siyasi ve devlet görevlerine rağmen, Moro akademik sorumluluklarını hiçbir zaman ihmal etmedi ve ölümüne kadar düzenli olarak ders vermeye devam etti. Nitekim 16 Mart 1978’de kaçırıldığı Fiat 130 otomobilinde öğrencilerinin lisans tezlerini içeren bir çantanın bulunması, onun öğretmenlik mesleğine olan tutkusunun ve öğrencilerine verdiği değerin bir göstergesi oldu.
Siyasetçi Kimliğiyle Aldo Moro
Moro’nun siyasi kariyeri, Katolik gençlik hareketleriyle başladı. Gioventù Universitaria Cattolica (Katolik Üniversite Gençliği) grubu içinde aktif rol alan Moro, kısa sürede liderlik pozisyonuna yükseldi ve 1946’da Democrazia Cristiana‘ya (Hristiyan Demokrat Parti) katılarak partinin sosyal reformlara dayalı politikalarını benimseyen kanadında yer aldı. Genç yaşta etkileyici hitabet yeteneği ve entelektüel birikimiyle dikkat çeken Moro, kısa sürede parti içinde yükselerek İtalya’nın demokratik yeniden inşasında önemli bir rol üstlendi.
Democrazia Cristiana (DC), İtalya’nın 20. yüzyıldaki siyasi tarihinde büyük bir rol oynayan bir merkez-sağ siyasi partiydi. 1943’te kurulan parti, Katolik Sosyal Öğreti’ye dayalı bir ideoloji benimsemiş ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrası İtalya’nın siyasi sahnesinde baskın bir güç haline gelmiştir. DC, İtalya’nın Hristiyan değerlerini ve sosyal refahı ön plana çıkaran politikalarıyla, 1946-1994 yılları arasında ülkenin siyasi ve toplumsal yapısını şekillendiren en önemli partilerden biri oldu. DC, genellikle merkez sağda konumlanmış olmasına rağmen, geniş bir koalisyon yapısı ile hem muhafazakâr hem de reformist kanatları bir araya getiriyordu. Bu yapı, partinin uzun yıllar iktidarda kalmasını sağladı.
Aldo Moro’nun DC İçindeki Rolü
Aldo Moro, Democrazia Cristiana’nın hem liderlerinden biri hem de İtalyan siyasetinin en önemli figürlerinden biriydi. Moro, 1960’lı ve 1970’li yıllarda İtalya’nın siyasi dönüşümüne damgasını vurmuş, özellikle partinin ideolojik ve stratejik yönelimlerinde belirleyici bir rol oynamıştır. 1959-1964 yılları arasında DC’nin Genel Sekreterliği görevini üstlendi ve bu dönemde partiyi daha geniş bir seçmen kitlesine hitap edebilecek bir yapıya dönüştürmeye çalıştı.1963-1968 ve 1974-1976 yılları arasında Başbakanlık görevini üstlendi ve farklı koalisyon hükümetlerini yöneterek sol ve merkez-sol partilerle iş birliği yaptı.
“Tarihi Uzlaşma” Süreci
Aldo Moro’nun Democrazia Cristiana içindeki en önemli katkılarından biri, İtalyan Komünist Partisi (PCI) ile “Tarihi Uzlaşma” (Compromesso Storico) adı verilen stratejiyi geliştirmesiydi. Bu politika, Soğuk Savaş döneminin siyasi kutuplaşmalarına rağmen, İtalya’daki sosyal ve siyasi istikrarı sağlama amacını taşıyordu.
Moro, PCI’nin efsanevi lideri Enrico Berlinguer ile diyaloğa girerek, DC’nin güçlü bir muhalefet olan PCI ile ortak çalışmasını savundu. Bu yaklaşımı, DC’nin klasik anti-komünist duruşunu esnettiği için parti içinde tartışmalara yol açmakla birlikte, Moro bu süreçte, İtalya’da radikal politik kutuplaşmayı azaltmayı başardı.
16 Mart 1978: Kaçırılma Olayı
16 Mart 1978, Aldo Moro’nun kaçırılmasıyla İtalyan siyaset tarihine kara bir gün olarak geçti. O sabah Moro, Roma’daki Via Fani’den geçerken kendisini koruyan beş kişilik polis eskortuyla birlikte Kızıl Tugaylar (Brigate Rosse) tarafından pusuya düşürüldü. Maskeli ve silahlı saldırganlar, Moro’nun arabasını durdurduktan sonra kısa sürede beş koruma görevlisini öldürerek Moro’yu kaçırdı.
Kızıl Tugaylar, 1970’lerde İtalya’da faaliyet gösteren Marksist-Leninist bir terör örgütüydü. Amaçları, devleti kaos ortamına sürükleyerek kapitalist düzeni yıkmak ve sosyalist bir devrim gerçekleştirmekti. Moro’nun kaçırılması, örgütün devleti doğrudan hedef alan en büyük eylemi oldu. Kaçırılma, Kızıl Tugaylar’ın devleti müzakere masasına oturtma girişiminin bir parçasıydı. Ancak İtalyan hükümeti, “devlet teröristlerle pazarlık yapmaz” ilkesi doğrultusunda taleplere karşı direndi.
55 Günlük Esaret
Aldo Moro, Kızıl Tugaylar tarafından 55 gün boyunca bir dairede tutuldu. Moro’yu hükümetin teröristlerin taleplerini kabul etmesi gerektiğini söylediği mektuplar yazmaya zorlayan örgüt, böylece hem Moro’nun ailesi hem de Hristiyan Demokrat Parti için büyük bir duygusal ve politik baskı yarattı. Ancak gerek Komunist Parti gerek Hristiyan Demokrat liderler ve dönemin Başbakanı Giulio Andreotti, bu talepleri reddetti.
Cesedin Bulunması
Başından vurularak öldürülen Moro’nun cesedi, 9 Mayıs 1978’de Roma’daki Via Caetani’de bir arabanın bagajında bulundu. Arabanın park edildiği nokta, Hristiyan Demokrat Parti’nin genel merkezi ile İtalyan Komünist Partisi’nin merkez ofisi arasındaki bir noktadaydı. Kızıl Tugaylar’ın bu tercihi, Moro’nun ölümünün İtalyan siyaset sahnesindeki tüm tarafların sorumluluğunda olduğunu vurgulama isteklerini ortaya koyuyordu.
Moro’nun kaçırılması ve öldürülmesi, İtalya’nın politik ve toplumsal yapısında derin izler bıraktı. Moro’nun ölümünden sonra, Hristiyan Demokratlar ve İtalyan Komünist Partisi arasındaki uzlaşma girişimleri tamamen sona erdi ve sol ve sağ arasında artan kutuplaşma, İtalyan siyasetinde uzun süre etkili oldu. Bu olay aynı zamanda İtalya’nın demokratik sistemine olan güvenini sarstı ve halk, hükümetin teröristlerle müzakere etmeme politikasını tartışmaya açtı.
Moro’nun Mirası: Bir Ülkenin Vicdanı ve Hafızası
İtalya’da yalnızca politik bir lider olarak değil, aynı zamanda bir uzlaşmacı ve entelektüel olarak hatırlanan Aldo Moro’nun kaçırılması ve öldürülmesi, İtalya tarihinin en karanlık olaylarından biri olarak hatırlanmaktadır. Bu olay, yalnızca bir liderin değil, bir ulusun idealleri ve demokrasiye olan inancının ciddi anlamda sınandığı bir dönemi başlangıcı olmuştur. Günümüz İtalya’sında siyasetçiler ve kamuoyu, Moro’nun uzlaşma ve diyalog prensiplerini hatırlayarak, bu trajediden yeni dersler çıkarmaya çalışmaktadır. Ölümünün ardından, adı birçok caddeye, okula ve kamu binasına verilen Aldo Moro’nun trajik hikayesi, sadece İtalya’nın değil, tüm dünyanın siyasal tarihine ışık tutan bir unsur olarak İtalyan kamuoyunun vicdanı ve hafızasında yankılanmaya devam ediyor.
Yorum bırakın: