24 Saat İçinde Bilgi ve Teklif Alın: Turunuzu Rezerve Edin

Avatar photo
Tarafından, Unplugged Routes
  • 16 Görüntüleme
  • 5 Dakika Okuma
  • (0) Yorum

Antik tarihin ve kültürel mirasın kalbi olarak bilinen Roma’da, tarihinin karanlık bir köşesinde yer alan Santa Maria della Pietà Akıl Hastanesi’nin hikâyesi, çoğu ziyaretçi tarafından neredeyse tamamen göz ardı edilmiştir. 16. yüzyılın sonlarından itibaren yaklaşık 400 yıl boyunca faaliyet gösteren bu kurum, akıl hastalarının toplumdan dışlanmasının utanç verici bir sembolü haline gelmiştir.

 

Santa Maria della Pietà’nın Kuruluşu ve Amaçları

1548’de kurulan Santa Maria della Pietà, 1914’te Roma’nın batısındaki Monte Mario’nun eteklerinde yer alan 1000 yatak kapasiteli modern mekanına taşındı. Başlangıçta fakirler, yabancılar ve akıl hastaları için bir “huzurevi” olması planlanırken, zamanla yalnızca akıl hastalarının kapatıldığı bir tımarhaneye dönüştü. İlk amacı, toplumda yanlış anlaşılan ve “anormal” olarak görüldüklerinden kendilerine korkuyla yaklaşılan kişileri izole etmek olduğundan, hastaların tedavi edilmesinden ziyade, toplumun diğer fertlerinin onlardan korunması amacıyla kullanıldı. Santa Maria della Pietà, bu düşünce ışığında yüzyıllar boyunca hastalarını tecrit ederek hem onları hem de toplumu koruduğunu iddia eden, tedavi değil baskı ve kontrol odaklı bir anlayışla yönetildi. Akıl hastalıkları hakkındaki bilgi yetersizliği, hastaların maruz kaldığı kötü muamele ve toplum tarafından dışlanmalarının birleştiği bu hastane, adeta bir insan hakları ihlali merkezi haline geldi.

 

Hastane İçi Yaşam ve Tedavi Yöntemleri

Santa Maria della Pietà’nın duvarları, orada yaşanan acı dolu hikâyelere tanıklık etti. 19. yüzyıla kadar, akıl hastalarının tedavisinde uygulanan yöntemler oldukça ilkel ve insanlık dışıydı. Zincire vurulmak, karanlık odalara kapatılmak ve elektroşok, yaygın olarak uygulanan “tedavi” yöntemlerinden sadece birkaçıydı. Bu yöntemler, akıl hastalığının bir hastalıktan ziyade bir ahlaki bozukluk olduğu inancına dayanıyor ve “kamu düzenini bozma suçu” işledikleri düşünülen hastaların sabıka kaydına işleniyordu. Hastalar, yetersiz hijyen ve beslenme koşullarında, kalabalık koğuşlarda tutuluyordu. Tedavi anlayışı, hastalığın doğasını anlamaktan çok, hastaları kontrol altına almak ve onları itaatkâr bireylere dönüştürmeye yönelikti. Özellikle kadın hastalar, toplumsal cinsiyet kalıplarına dayalı olarak çok daha sert muamele görüyordu. “Aşırı hisli” olarak tanımlanan ya da tavırları “uygunsuz” kabul edilen kadınlar, kolaylıkla akıl hastası ilan edilip bu tür hastanelere kapatılabiliyordu. 

 

Franco Basaglia ve İtalya’daki Akıl Sağlığı Devrimi

20. yüzyılın başlarında ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, akıl hastalıklarına yönelik yaklaşım yavaş yavaş değişmeye başladı. Psikiyatri bilimi geliştikçe, insanlara yapılan bu tür kötü muameleler daha çok sorgulanır hale geldi.

 

Santa Maria della Pietà ve diğer akıl hastanelerinin kaderini değiştiren en önemli isimlerden biri, İtalyan psikiyatr Franco Basaglia oldu. 1960’lı yıllarda İtalya’daki akıl hastanelerinin iç yüzünü görüp şok olan Basaglia, hastalara yapılan muamelelerin insanlık dışı olduğunu ve akıl sağlığı sisteminin kökten değişmesi gerektiğini savunarak, bu hastanelerin kapatılması için çalışmaya başladı. Basaglia’ya göre akıl hastaları kapalı kurumlar yerine toplum içinde tedavi edilmeli ve topluma yeniden kazandırılarak insan onuruna uygun bir yaşam sürmeleri sağlanmalıydı. 

 

Akıl hastanelerinde sadece hastalar değil, aynı zamanda personel de baskıcı koşullar altında çalışmak zorundaydı. Santa Maria della Pietà’daki ağır çalışma koşullarından rahatsız olan bir grup hemşire, 1970’li yıllarda mevcut sisteme başkaldırarak daha insancıl bir tedavi yöntemi talep etti. Bu başkaldırı, İtalya genelinde yankı uyandırdı ve akıl sağlığı sisteminde reform taleplerini hızlandırdı. Hemşireler, hastalara insanlık dışı muamele yapılmasına karşı çıkarak, onların daha iyi koşullarda tedavi edilmesini savundular. 

 

Hemşirelerin bu başkaldırısı, Basaglia’nın öncülüğünde başlayan harekete büyük destek sağladı. Hem tıbbi personelin hem de toplumun desteğini arkasına alan bu devrim niteliğindeki dönüşüm, 1978’de Basaglia Yasası olarak bilinen 180 numaralı yasanın kabul edilmesiyle sonuçlandı. Santa Maria della Pietà akıl hastanesi, bu yasadan doğrudan etkilenen kurumlardan biri oldu ve Basaglia’nın kararlı mücadelesi sayesinde nihayet 1999’da kapılarını tamamen kapattı. İtalya’da örneği, dünya çapında birçok ülkeye ilham kaynağı oldu.

 

Günümüzde Santa Maria della Pietà: Sessiz Bir Miras

Bugün bir kültürel alan olarak ziyaret edilebilen bu eski akıl hastanesinin binaları ve odaları, geçmişte yaşanan acıların izlerini taşıyor. Ziyaretçiler, bu tarihi yapının koridorlarında yürürken, geçmişte burada kapatılan ve şiddetin her türlüsüne maruz kalan hastaların sessiz çığlıklarını duyduklarını hissediyorlar. Hastane kampüsünde aynı zamanda bir etkileyici bir “Zihin Müzesi” de yer almakta.

 

Hikayesini sokak sanatıyla da anlatan Santa Maria della Pietà’nın terk edilmiş duvarları, yaklaşık 30 sanatçının elinden çıkan 45 farklı eserle dolu. Hastanenin karanlık geçmişini her biri kendi tarzında yorumlayan sanatçılar, hastaların yaşadığı tarifsiz duygusal ve zihinsel zorlukları, anlaşılmama ve dışlanma duygusunu çarpıcı bir şekilde yansıtıyor. “Görünmeyen Şeyler”, “Anahtar”, “Büyük Huzur”, “Sarıl Bana-Sev Beni”, “Aşıkların Sesi” gibi başlıklar taşıyan duvar resimleri, sadece estetik bir deneyim sunmakla kalmayıp, aynı zamanda hastanenin trajik tarihine dikkat çekerek farkındalık ve hassasiyet yaratmayı amaçlıyor.

Yorum bırakın:

Your email address will not be published.